Önceki yazılarımızda her şeyin, ama her şeyin, enerjiden ibaret olduğunu ve kendine has bir frekansı ve titreşimleri olduğundan bahsetmiştik. Öyleyse, üzerinde yaşayan her şeyin titreşimleri olduğuna göre, dünyanın da kendine has bir titreşimi olsa gerek. Evet, var; buna Schuman Rezonansı da deniyor. Bu Batılı biliminsanlarının verdiği isim. Halbuki elin Çinlisi bunu asırlardır dile getiriyor.
Atomlar an ve ana dair her şeyle titreşimlerini uyumlama halindedir. Negatif yüklü dünyamız (buna Yin enerjisi diyoruz) ile pozitif yüklü evrenle (buna iyonosfer diyoruz, aynı zamanda Yang enerjisi) sürekli bir elektriksel iletişim söz konusudur.
Dünyadan gelen Yin enerjisini, evrendeki Yang enerjisiyle uyum içinde taşıyan tek canlı ise insandır. Bunu ise bedenimizde Yin-Yang dengesini kurarak başarabiliriz. Elbette bu herkesin harcı değildir. Ancak ve ancak nefes teknikleri, meditasyon ve Çigong gibi beden-zihin-ruh bütünlüğü çerçevesinde çalışan öğretilerle mümkündür.
Çin’deki ustalarımın anlattığına göre insanlar öldüklerinde ruhları Yin olarak dolaşırmış. Dünyayı seyahatleri esnasında, tanıdıkları tüm insanları ziyaret ederlermiş. Onlar hakkında her türlü anıyı detayına kadar hatırlarlarmış. Çocuğunun nasıl büyüdüğünü, ilk yürümeye başlamasını, ilk öpücüğü vs… Hatırlayamadıkları tek şey ise onları sevmenin nasıl bir şey olduğu imiş. Bunu başarabilen tek ruh ise daha ölmeden önce bu hayattayken Yin-Yang dengesini kurmayı başararak bu hayatla vedalaşabilen ruhlarmış. Yine filmlerde ve büyük ustaların hikâyelerinde, hep “Ölen ustam akşam beni ziyaret etti, kulağımı çekti, şunu bunu nasihat etti, sonra kayboldu” gibi cümleler duyarız. Yin-Yang dengesini kurmayı başarmış olarak göçen ruhların istedikleri an tekrar bu dünyada bedenlenme lüksleri olduğu söylenir. Bu yüzden alınan öğreti ne olursa olsun, bir dövüş sanatında ne kadar usta, ne kadar güçlü ve yenilmez olursanız olun, Yin-Yang dengesini kurmayı başaramamışsanız ve yeterince meditasyon yapmamışsanız, asıl hocaların gözünde değeriniz koca bir sıfırdır (bakınız, Man of Tai Chi-Keanu Reeves). Bunlara benzer hikâyeleri Java Büyücüsü adlı kitapta da bulabilirsiniz.
Peki, seyrettiğimiz filmlerde, ister Beşinci Element (Bruce Willis), ister G.O.R.A ve A.R.O.G olsun, aşağıdan yukarı çıkan ve beş döngüyle isimlendirilen enerjileri hatırlayalım. Bunlar filmdeki gibi gözle görülmese de, gerçekte var olan ve Yin’den Yang’a yol alan enerji dalgaları. Bu enerjilerin kimisi pozitif, kimisi negatif, kimisi de nötr olabiliyor. Enerjinin negatif olarak yukarı çıkması, tam olay mahallinde bulunan bizleri ve mekânlarımızı acayip etkiliyor. Mesela ağzıyla kuş tutsa bile para yapmayan mekânlar bir bir kapanır ve taşınır. Yerine gelen de orda tutunamaz. Uğursuz diye adı çıkar. Ev vardır; orada kavga dövüş, ayrılıklar, boşanmalar, hastalıklar, hatta intiharlar eksik olmaz. Ona da uğursuz der çıkarız işin içinden. Hiç bunu enerji yönünden düşünmeyiz. Elin Çinlisi bunu asırlardır düşünüp, mekânlarını yaparken ya da yaptıktan sonra hep bu enerjileri en ince ayrıntısına kadar inceler. Tapınakların yerleri, özel mekanların, özellikle de ruhsal yerlerin enerjileri özel olarak elden geçirilir. Bu bilim dalına Batıda şu anda Jeomansi (ya da Jeomanti) deniyor. Mekanın enerjisi duru görüyle (Çi ustası tarafından) ya da belli aletler kullanılarak tespit ediliyor ve negatif enerji bloke edilerek yukarı çıkması engelleniyor ve o andan itibaren mekanın enerjisinde gözle görülür bir değişim başlıyor. Tabii bunu ticari amaçla yapan pek çok biliminsanı da var. Kim onlara kızabilir ki?
Dünyanın tüm biliminsanları tarafından kabul edilmiş ferakansı 7.83 Hz’dir. Buna dünyanın kalp atışı da denmektedir. Dr. Anker Mueller adındaki başka bir biliminsanı daha derinlerine inip dünyanın frekansının insan beyni ile aynı attığını bulmuştur. Herbert König ise Schuman rezonansının beyin ritmleri ile tam uyumunu ispatlamıştır. Beyindeki EEG değerleri incelenerek bu ritimlerin doğadaki Schuman ritimleriyle Alfa seviyesinde uyum sağladığı görülmüş. Bu yüzdendir ki, nefes teknikleri ve meditasyon sayesinde beyin dalgalarımızı Alfakonumuna taşımayı hedefleriz.
Dusseldorf Ünivesitesi’nde yapılan araştırmalarda, bu ritmin kasten bozulduğu, yani beyin frekansının doğadaki frekanstan şaştırıldığı deneylerde, deneklerde fiziksel hastalıklar ve zihinsel bozukluklar oluşmaya başlamış. Bu da doğayla BİR olamama sorunumuza parmak basıyor aslında.
Yine okulda gönüllü öğrenciler 4 hafta boyunca tam yalıtımlı bir sığınakta doğadan izole bir şekilde yaşamışlar. Öğrencilerin günlük ritimlerinde şaşmalar olmuş ve hepsi migren ve baş ağrılarıyla duygusal stres yaşamaya başlamışlar. Genç oldukları için ciddi bir fiziksel soruna rastlanmamış ve ortamda gençler yerine yaşlıların ya da hastaların olması halinde bunun kaçınılmaz olduğuna inanmışlar. İnanılmaz olan ise, aynı ortama Schuman rezonansı verilmeye başlanınca tüm öğrenciler beliren sorunlardan kurtulmuş ve sağlıklarına geri kavuşmuş.
Bizler üzerinde yaşadığımız doğa ana ile tam bir bütünlük içindeyiz. Bu bütünlüğün bozulması halinde hastalıklar, mutsuzluklar, kavgalar, savaşlar, kaos kaçınılmaz hale geliyor. Bu bütünlüğü bozmak içinse sistem var gücüyle çalışıyor.
Doğa anayla ritmimizi nasıl senkronize edeceğiz?
Çıkarın ayakkabıları, çorapları! Basın toprağa, çimene… Bu çimen o lüks konutların sonradan doldurulma suni çimenleri olmasın. Gerçek doğaya gidin. Ağaçlarında kuşlar cıvıldasın. Toprağı kazıdığınızda solucanlar çıksın. Ayakların toprağa değmesine biz topraklanma yöntemi diyoruz. Bunu yapan istisnasız herkes bütün negatif enerjisinden anında kurtulmaya başlar, stresini toprağa atar, topraktan ise en güzel enerjileri almaya başlar. Ağaç Duruşu Meditasyonu bu yüzden tüm meditasyonlar içinde en değerlisidir. Gerçek Yin-Yang dengesini kuran bir tekniktir. Sahiden de bir ağaç gibi durduğunuz ve kollarınızı açtığınız vakit, kollarınız Çi enerjisiyle dolar ve ağacın doğadan aldığı tüm bilgelik de size akmaya başlar.
Eski insanlar vakitlerinin büyük bir bölümünü üretim yaparak doğada geçirirmiş. Temiz havasını alır, toprakla haşır neşir olur, bir ağacın altında kestirir, çimlerde koşar, yuvarlanır, nehirlerinde yüzermiş. Şimdi o insanın üzerine kocaman bir kurumsal bina ve apartmanlar konmuş. Florasan ışığında akşam olduğunu sadece saate bakarak anlayarak çalışan, sadece klimadan çıkan mikroplu havayı soluyan, ayaklarında yalıtımı en kuvvetli ayakkabılarla gezen, her yere arabasıyla giden, onda da klimayı her şekilde kökleyen, asansör, yürüyen merdiven derken hayatında günde 100 metre bile yürümeyen insanlar türedi. Bunların bırakın doğayla aynı titreşime geçmesini, doğa kavramını tamamen unutmasından korkuyorum.
Ersin İpek
Bu yazı ilk olarak Şubat 2016’da yine Kuraldışı web sitesinde yayınlanmıştır.